Hikaye Serisi - 3
Umutlarımıza tutsak yaşıyor; sevmeyi, sevilmeyi, kucaklaşmayı, tebessümü, çoğu zaman baharımızı mühürlüyoruz; Tez olgunlaşıp erken hasat ediliyor, hayıflanıyoruz geçen zamana. Gözlerim düne hasret, satsam malvarlığımı alsam, alabilsem baharımı. Ne güzel olurdu mevsim gibi bir ömür sürseydim: Baharım bahar, yazım yaz, hazanım hazan, kışım kış olsaydı.
2012 Ağustos ayı. Üç yılını
dolduran babamın yine tayini çıkmıştı. Her üç yılda bir, yer değiştirdiğimizden
hepimiz buna alışmıştık. Hepimiz dediğim annem, babam, babaannem ve ben.
Bingöl’de geçen acı tatlı günlerin ardından İzmir Menderes’e gidecektik.
Heyecanım ikiye katlanmıştı. Hem denizi görecek hem yeni arkadaşlar
edinecektim. Buraya tayin olmamızın nedeniyse babaannemin tam teşekkülü bir
hastanede tedaviye ihtiyaç duyuyor olmasıydı.
Zaman bu su misali aktı.
Babamın yeni iş yerine benim de yeni okuluma başlayacağımız gün gelip çatmıştı.
Menderes dinginliği, yeşili koruyan doğasıyla şirin bir ilçeydi.
Okulun ilk günü, ilk
heyecan. Sınıfa girer girmez göz ucuyla oturacak uygun bir yer aramaya başladım.
Tek başına, en arkada, diğer öğrencilerle aralarında bir boş sıra bulunan sınıf
arkadaşımın önündeki sıraya oturmak isteyince gözleriyle beni takip eden
arkadaşlarımın bir ağızdan “oturma” demesini ve bunun arkasındaki gizemi hiç
unutamıyorum. Ama ben kimseyi dinlemeyip uzun zamandır oturulmadığından
tozlanan sıra ve masayı silerek yine de oturdum. Hatta arkama dönüp, “Merhaba
ben Barış,” diyerek ilk selamı önüne akan kıvırcık, dalgalı saçlarından yüzünü
pek seçemediğim gizemli sınıf arkadaşıma verdim. Birkaç saniye cevap alamayınca önüme döndüm.
Öğretmen henüz sınıfa
girmemişti. Çantamdan ders kitap ve defterlerimi çıkarıyordum ki arkadan bir
elin omzuma dokunduğunu hissettim. “Eyvah!” nidalarını duyunca sınıfın bizi
takip ettiğini anladım. Kısık, gizemli bir sesle geç olsa da, “Merhaba, önüme
hoş geldin,” dedi.
Onun bu sıcak ilgisi,
sınıfın “eyvah!” uyarılarını bastırmıştı. Tekrar arkama dönüp bu kez tokalaşmak
için elimi uzattım. Hiç tereddüt etmeden elimi sıktı. Sınıftan bu defa, “O ha!”
sesleri yükseldi. Neden böyle davrandıklarını merak etmedim değil. Öğretmenimiz sınıfa girdiği için bu merakımı
şimdilik erteledim.
Yaşadığım bu garipliklere
öğretmenim de katılınca merakım ikiye katlandı. Okuma dersindeydik. Herkes
sırayla bir sayfa okuyor, sırası gelen devam ediyordu. Sıra bana gelmişti. Ben
de bir sayfa okuyup sıramı salınca arkamda henüz tanıştığım arkadaşımın devam
edeceğini sanmıştım. Öyle olmadı. Onun okumasına şans tanınmadan bir sonraki
okumaya başladı. Hemen arkama dönüp, “Neden okumadın?” dedim, fısıltıyla.
Başı önünde, gözlerini
gözlerimden kaçırarak, “Sonra anlatırım,” diye cevapladı.
Biz aramızda konuşurken
okuma işi bırakılmış öğretmen dahil herkes bize dikkat kesilmişti. Kendi
kendime, “Neler oluyor ya?” dedim. Arkamda oturan sanki bizden biri değil,
öcüymüş gibi davranılıyordu. Bir ara arkam dönükken masada köşeye “Metyu”
yazılı olduğunu fark ettim. Yanına da küçük bir karikatür yapılmıştı. Sivri
kulakları, ters ayakları, şaşı mavi gözleri vardı. Buraya kadar her şey normal,
diyebilirsiniz. Ama gördüğüm o ayrıntı pes dedirtti. “Metyu” her kimse veya her
neyse arkadaki arkadaşıma benzesin diye saçları kıvırcık ve dalgalı çizilmişti.
Derin kazınarak ve içi boyanarak yapıldığından silmek mümkün değildi.
Öğretmenimiz, bizim koridor hariç sınıfı sürekli turluyordu. Öğretmenimiz neden
bu garipliğe ortak oluyordu, onu da anlamış değildim.
İlk teneffüste sınıf
arkadaşlarım etrafımı sardı. Birbirlerini dinlemeden benzer uyarılarda
bulunuyorlardı, “İşlerin yolunda gitsin istiyorsan ondan uzak durmalısın, sakın
ona yaklaşma!” gibi.
Aklım iyice karışmıştı.
Bana hiç de öyle biri gözükmüyordu. Hepimiz gibi sıradan biriydi. Dönüp onlara,
“Neden böyle düşünüyorsunuz?” sorduğumda bir anda etrafımın boşaldığını gördüm.
Bir anlam veremedim. Anlamaya çalışmak için kollarımı açıp etrafımda dönerken
“Metyu” denilen ve herkesin köşe bucak saklandığı sınıf arkadaşımın bana doğru
geldiğini gördüm. Neden kaçıştıklarını anlamıştım.
Okulun ilk günleri okul
forması zorunlu olmadığından üzerinde siyah deri mont vardı. Yakışıklı ve uzun
sayılırdı. Oldukça gizemli bir edası vardı. O yürüdükçe etrafı boşalıyordu.
Kaçmayan biri varsa o da bendim. Öğrenci zili çalınca yanıma varmıştı. Koluma
girdiğinde sınıflara yönelen, balkona çıkan herkesin göz ucuyla, hayretle bize
baktığını gördüm. Korkmalı mıydım; ama neden korkmalıydım, bilemiyordum. Yüzüme
baktı, tebessüm ettiğini ve çakmak çakmak parlayan mavi gözlerini neredeyse
yüzünü kapatan dalgalı saçlarının arasından görebiliyordum. Biz yürüdükçe
koridorlar boşalıyordu. Nöbetçi öğretmenler bile koridor değiştiriyordu. Bütün
gözler üzerimizdeyken sınıfa en son biz girdik. Sıramıza oturana dek herkes
kafasını ya öne eğdi ya da zıt yöne çevirdi. Yolda adının Akbatur olduğunu
öğrendim. Yaşadıklarım gibi adı da tuhaftı.
Kim ne derse desin ben yine
aynı yerime oturdum. Eminim o gün derslerde işlenen konuları hiç kimse
anlamamıştır. Ya samimi olup bütün okulun Akbatur’a neden böyle davrandıklarını
kendisinden öğrenecektim ya da anlatma cesareti olursa sınıf arkadaşlarımdan.
Son iki ders beden eğitimi
dersiydi. Okulun ilk günü olduğundan kimse eşofman getirmemişti. Öğretmenimiz
istediğiniz topu alabilirsiniz deyip serbest bıraktı. Erkekler futbol topu,
kızlar voleybol toplarını tercih ettiler. Akbatur’un ne yapacağını merak etmedim
değil. Ortalıkta gözükmüyordu. Etrafıma iyice bakındım, göremedim. Kimse beni
kurdukları takımlara davet etmedi. Akbatur’a koydukları tavrı sanırım bana da
uyguluyorlardı. Canım sıkılmasın diye ben de basketbol topu aldım. Ne de olsa
tek başına oynanabilir, dedim. Potaya çarpan top bahçedeki sıkı çalılıkların
arasına kaçtı. Vücuduma zarar vereceğinden korktuğumdan çalılıklara dalmak
istemedim. Alsam mı, almasam mı diye düşünüyordum ki topun çalılıklardan
üzerime fırlatıldığını gördüm. Bir an için ürktüm. Topu yakalamaktan çok bu
işin nasıl olduğunu merak ettim. Korkuyla parmaklarımın ucunda yürüyerek biçim
verilerek göğüs hizasında kesilen çalılıklara vardım. Çalılıklar girmeden uzun
boyumun avantajını kullanarak bir ayağımın üzerine aralarına bakmak için
tepeden uzandım. Akbatur’un elinde bir çakıyla çalıların arasında yeri
eşelediğini gördüm. Belli ki yalnızlık çekiyordu. Ellerimi bir kez çırparak
dikkatini çektim. Kafasını kaldırıp yüzüme kısa süreliğine keskin bir bakış
attığında akan saçlarının arasından bir ışık süzmesinin, içime boşaldığını
hissettim. Bir an güneş yönünü değiştirdi, karşıdan yüzüme vuruyor zannettim.
İçimi bir anda mutluluk sardı. Bu hoşlukla, “Ben de deminden beri seni arıyorum
adamım,” dedim.
“Niye ki?” dedi.
“Niye olacak? Biz arkadaş
değil miyiz, sensiz oynayacağımı mı zannettin?”
“Oynuyorsun ya işte,” deyince,
“Sen buna oynamak mı
diyorsun? Seni görmeyince ısınıyordum sadece. Bilmiyorsan öğretirim, kırma
beni,” dedim. Bir şey demedi. Gözlerinin dolduğunu görmedim belki; ama deri
montuyla gözlerini silerken her iki kolunun da ıslandığını görebiliyordum.
Böylesine sıradan bir şeyin onu neden bu kadar duygulandırdığını pek anlamış
değildim. Daha fazla üzülmesin diye çalılıklara biraz zorlama girerek sırtını
sıvazladım. Koltuğunun altında kaldırıp elimi omzuna attım.
Montunu çıkardı. Kızışan
oyunumuza kahkaham da karışınca bir anda herkesin kendi oynunu bırakıp bize
kilitlendiğini fark ettim. Sadece sınıf arkadaşlarım değil, idareci, derste
olan öğretmen ve öğrencilerin de işlerini güçlerini bırakıp pencerelerden bizi
seyrettiklerini gördüm. Gördüklerime dalmışken Akbatur’un attığı top potadan
sekip kafama çarpınca kendime gelebildim. Kafamı tutup olanları düşünürken
Akbatur üzüntüyle yanıma gelip sarıldı, kafamı ovaladı.
Daha fazla üzülmesin diye,
“Yok bir şey, hadi devam edelim,” dedim.
Akşam yemekte annem okulumu
beğenip beğenmediğimi sordu. Yaşadıklarımı anlatıp anlatmamak arasında gidip
geldim bir an. Anlatırsam işin uzayacağını, Akbatur’la diyaloğumu kesmemi
isteyeceklerini bildiğimden anlatmama kararı aldım. Zamana bıraktım. Onlara
okulumu ve arkadaşlarımı sevdiğimi söyleyip meseleyi tez elden kapattım.
Gece yatağıma girdiğimde
gün boyu yaşadıklarım yakamı bir türlü bırakmıyor, uyutmuyordu beni. “Kim bu
Akbatur, neden herkes ona öcü muamelesi yapıyor, nasıl bir ailesi var?” İşin
içinden çıkamayacağımı anlayınca, “Sabah ola hayrola,” deyip uyudum.
İkinci gün sınıfa
girdiğimde Akbatur başını önüne eğmiş parmaklarını masanın üzerinde iç içe
geçirmiş sadece başparmaklarını birbirinin üzerinden üç yüz altmış derece
döndürüp duruyordu. Sınıftakiler ben oturana kadar gözleriyle beni takip
etseler de onları dinlemeyeceğimi bildiklerinden uyarılarda bulunmadılar. Ayak
seslerimi duyunca başını kaldırdı Akbatur. Ellerimizi, aynı anda tokalaşmak
için uzattık. Kafasını kaldırıp gözlerime bakınca içim aydınlandı sanki. Daha
bir mutlu, daha bir dingin hissettim kendimi. Dün yaşadıklarım gibi. Onda sanki
bir enerji kaynağı vardı. Öyle hissediyordum.
Yerime oturup yan dönerek
çantamı açtığımda Akbatur’un masasında kitap, defter, kalemden namına herhangi
bir şey göremedim. Silah zoruyla oturtulmuş izlenimi veriyordu. “Çıkarmayacak
mısın?” dedim.
“Neyi?” deyince gözlerimle
çantamı ve içinden çıkardıklarımı gösterdim. Bir şey söylemedi. İki kez omzuma
hafifçe vurarak tebessüm etti. Daha doğrusu etmeye çalıştı; çünkü tebessümü
unutan bir gülüşü vardı.
Dün gece kafama takılan
soruları azaltmayı umduğum günün sabahında kafama takılan sorulara bir soru
daha eklendi. Gizem devam ediyordu. Her şeye rağmen içimde mutluluk kelebekleri
uçuşuyordu. Bu çocuk bakışlarıyla her ne yapıyorsa bana iyi geliyordu. Kendimi
onun yanında hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordum. Ama kararlıydım neler
olduğunu anlayacaktım. Önce kendisine sormaya karar verdim. İstediğim cevabı
alamazsam sınıf arkadaşlarıma, gerekirse öğretmenlerime soracaktım. Gün içinde
mutlaka uygun bir zaman bulacaktım.
Herkes teneffüste kahvaltı
yapma derdine düştüğünden ilk iki teneffüste kimseye sorma fırsatı bulamadım.
Neyse ki kimya dersimiz vardı, laboratuvara gidecektik. Akbatur’un bir köşeye
tüneyeceğini bildiğimden daha iyi fırsat olamaz diye düşündüm. Uygulama dersi
olduğundan öğrenciler öğretmenimizin yaptığı kimyasal deneye pür dikkat
kesilmişlerdi. Yapılan deneyden çok Akbatur’un sorularıma vereceği cevapları
merak ediyordum. Biz, mermer döşeli uzun deney masasının en ucunda yan yana
duruyorken öğretmenimiz diğer ucunda sağına soluna dizdiği sınıf
arkadaşlarımıza dikkatle yaptığı deneyi anlatıyor, sürekli uyarılarda
bulunuyordu. Yapılan deney patlama riski olan bir deneydi. Bütün cesaretimi
toplayıp tam soru soracakken Akbatur kolumdan tutarak, “Derhal buradan
çıkıyoruz,” dedi.
“Neler oluyor, öğretmenden
izin almadan olmaz,” dememe fırsat tanımadan kolumdan sıktığı gibi beni
koridora adeta kaçırdı. Dönüp, “Sen ne yaptığının farkında mısın?” demeye
fırsat bulamadan büyük bir patlama, ardından bağrışmalar duyuldu.
Yüzüme bakarak, “Şimdi
anladın mı neden seni kaçırdığımı?”
Ne yapacağımı bilemedim.
Ayaklarım titredi. Arkadaşlarıma yardıma mı koşsam, merakımı mı gidersem?
“Yardım edelim, koş!” dedim.
Akbatur, “Onlar benim
yardımımı istemez,” dedi. Akbatur dışarı çıkarken ben arkadaşlarıma yardıma
gittim.
Zor bir gün oluyordu. Neyse
ki bu kaza maddi hasarla ve orta şiddette yaralanmalarla atlatılmıştı.
Öğretmenimiz ve meraklı arkadaşlarım bu işten en çok zarar görenler olmuştu.
Yüzlerinin ve saçlarının bir kısmı yanmıştı. İlk telaşı ve korkuyu atlatan
herkes Akbatur’u suçluyordu. İdareci ve öğretmenler de buna inanıyordu. Benzer
olayların Akbatur’un bu okula gelmesiyle başladığı dilden dile dolaşıyordu.
Yakında Akbatur hakkında idari disiplin başlatacaklarından emindim.
Galiba bu işi
başaramayacaktım. Ne vakit merakımı gidermeye çalışsam olaylar daha da gizem
kazanıyor, düğüm üstüne düğüm atılıyordu. Üniversiteye hazırlıkmış, gelecek
kaygısıymış hiçbiri bu aralar umurumda değildi. Son iki günde yaşadıklarım
geçen yıllarımı bir anda unutturdu. Ama öğrenmekte kararlıydım ve Akbatur’u
nerede bulacağımı biliyordum. Okulun bahçesinde elimi yüzümü kabaca yıkadıktan
sonra doğruca çalılıklara yürüdüm. Yanılmamıştım. Akbatur elinde çakısı yeri
yine eşeleyip duruyordu.
Yüzüme bakmadan, “Beni
suçluyorlar,” değil mi?
“Evet. Üzülme senin hiçbir
suçun yok. Ben şahitlik yaparım; ama sen de bana patlama olacağını nasıl
anladığını anlatmalısın.”
“İnanacak mısın?”
“Bunu sormadığını kabul
ediyorum. Elbette inanırım. Kafanı kaldır. Sen suçlu değilsin ki!”
Akbatur kafasını kaldırıp
duygusal bir tonla, “Ben neden yalnızım, neden hep suçlanıyorum biliyor musun?”
“Neden?” dedim.
“Senin gibi insanların
azlığından, hatta yokluğundan.” Elindeki çakıyı bırakıp iki eliyle saçlarını
araladı. “Şimdi gözlerini gözlerimin içine odakla,” deyip göz kapaklarını
sonuna kadar açtı. Aman Allah’ım! İlk defa böylesine ışıldayan masmavi bir çift
göz görüyordum. “Sakın gözlerini kaçırma,” deyip gördüğünü zannettiğim
gözlerinden adeta güneş çıkardı. Kör olacak gibiydim. Yine de gözlerimi
kaçırmadım. Akbatur, “Tamam,” deyince nihayet derin bir nefes aldım.
Resetlendim yine.
“Şimdi neden böyle bir şey
yaptın ki?”
“Şayet sen bana değil de
onlara inanıyor olsaydın şimdi benimle konuşamıyor, yerde debeleniyor olurdun.
Bana inandığını anlamak için böyle bir test yaptım. Aslında emindim; ama tam
emin olmak istedim,” dedi.
“Ne yani, şimdi senin
gözlerin sana inanmayanları cezalandırıyor mu?”
“Evet. Ama bu benim
irademle olmuyor. Yani isteyerek yaptığım bir şey değil. Onun için saçlarımı
önüme akıttım. Kimseyle birkaç saniyeden fazla göz göze gelmemeye çalışıyorum.”
“Şimdi anladım. Ben de sana
inandığım; hatta güvendiğim için şu anda da olduğu gibi içimi bir mutluluk
kaplıyor. Mutluluk hormonu salgılatıyor.”
“Sadece mutluluk hormonu
endorfin değil, bağışıklık sistemini güçlendiren interferon hormonu da
salgılatıyor bakışlarım.”
“Ama laboratuvarda kimse
seninle göz göze gelmedi ki?”
“Doğru, gelmedi.”
“O halde olanları nasıl
açıklayacaksın?” deyince yine kolumdan tutup beni basketbol sahasının ortasına
çekti. Etrafında yavaşça bir tur atmaya başladı. Yarım tur atmıştı ki durakladı.
Beni yanına çağırdı.
“Elimin hizasına havaya
doğru bak,” dedi.
Baktıkça bakıyor; ancak bir
şey göremiyordum. “Hiçbir şey göremiyorum. Ne görmeliyim ki?”
“Karşımızdaki dağın
tepesinden bize doğru “v” şeklinde gelen bir kuş sürüsü var.”
“Yok artık! Dağın tepesini
mi görüyorsun yani?” diye şaşkınlığımı dile getirdim.
Gayet sakin. İstifini hiç
bozmadan, “On beş kuş. Biri önlerinde, sağından ve solunda yedişer tane.”
“Doğru olduğunu nerden
anlayacağım.”
“7-8 dakikaya buradan
geçerler.”
“Dostum bu doğruysa efsane
olur. Orası kaç kilometre biliyor musun?“
“Dokuz kilometre.”
“Bu kadar netiz yani.
Yaklaşık falan değil.”
“Yoo, dokuz,” deyip
kestirip attı,” ne diyeceğimi bilemedim. Elini omzuma atarak, “Gel şurada
gölgede oturup bekleyelim,” dedi.
Biz beklerken ambulans da
geldi. Okuldaki telaş devam ediyordu. Akbatur bunlara alışmış olacak artık
umursamıyordu. Benim gözüm okulun bahçesinden çok gelecek kuş sürüsündeydi.
Doğrusu pek inanasım gelmiyordu. Neticede Akbatur’un söylediği fizik
kurallarına aykırı bir şeydi. Yine de merak ediyordum. İçimden bir ses de ona
inanmam gerektiğini söylüyordu. Zaten mizacım gereği karşımdakine inanırım.
Telaş ve merakla geçen sürenin ardından Akbatur, “Az kaldı, geliyorlar. Bu
arada öndeki yoruldu, arkadakiyle yer değiştiriyor.”
“Sende de ne göz varmış?
Dürbün mübarek.”
Başını önüne eğerek, “Keşke
olmasaydı,” dedi.
“Neden olmasın dostum.
Keşke ben de senin gibi görebilseydim,” deyince içini çekti.
“Kimseyle göz göze
gelemeseydin, arkadaş edinemeseydin, dışlansaydın, suçlansaydın da mı? Sen
güvenilecek arkadaş bulmak o kadar kolay mı zannediyorsun?”
Bir an duraksadım. “Doğru.
İşin bu tarafını hiç düşünmemiştim,” dedim üzülerek. Kafamı kaldırdığımda
kuşları gördüm. Gerçekten de “v” şeklinde on beş kuş havada öylece süzülüyordu.
Duygusallığını üzerinden atamamış Akbatur’un omzuna iki defa ayarını kaçırarak
heyecanla biraz da sert vurarak, “Gördüm, gördüm. Sen neymişsin be arkadaş?
Helal sana!” dedim. Dedim; ama pek oralı olmadı.
O gece uyumadan biraz
düşününce Akbatur için hayatın ne kadar zor olduğuna ben de inanmıştım. Yalan
üzerine kurulmuş bir dünyada sıradan insanlar için yaşam daha kolaymış meğer.
Akbaturun yerin de olmak isterdim çünkü farklı insanlar her zaman yönetir genel de insanlar özentilikle yaşarlar birbirine benzer huy, gülüş, düşünceler bile bazen toplulukta aynıdır kimse farklı yola girmez bu yüzden farklı insanların ögretici ve yönetici yönü ortaya çıkar gönül gözü açık ve akılı birinin bu kadar dışlanması insanların aynı olmasından
YanıtlaSilElif Birinci
12/D
Hikaye çok güzel ve sürükleyici.Akbaturun herkesten farklı özelliği olduğu için sırasına yapılan ona benzetilen alaycı karikatür ve insanların onu dışlayıp, öcüymüş gibi davranmaları,Suçlu olmadığı halde sürekli Suçlu bulmaları şüphelenmeleri çok üzücü,kimseyi tanımadan sorgulamadan, Bilmeden,önyargılı, Kötü davranmamalıyız bizden her ne kadar farklı olsa da.
YanıtlaSilKardelen Gül
12/E
Ben akbaturun yerinde olmak istemezdim çünkü onun yaşadığı piskolojiyi kaldıramazdım öğretmeni tarafından arkadaşları tarafından dışlanmak çok kötü bir duygu içine kapanık yaşamak. Hikâyedeki akbaturla arkadaş olan çocuk yüreğinde gerçekten iyi kalpli insanları yargılamayan temiz bir insan
YanıtlaSilHikaye gerçekten çok güzel ellerinize sağlık hocam
Yunus Emre Yıldırım 10 H
YanıtlaSilAkbaturun yerinde olmak isterdim nedeni ise herkes tarafından dışlanmak çok kötü bir şey hayatta dostlarını iyi seçmemiz lazım ve hikayedeki çocukta çok iyi temiz kalpli bir insan akbaturun kendine iyi bir dost edindi ve insanları yargılayan kötü kişilerden uzak durarak çok güzel bir tercih yaptı.
YanıtlaSilEmirhan öz 10/H
Akbatur kendi halinde yaşamını surdürmeye çalişan birisi ama dişardan ona yapilan saygısizliklar ve dişlanmalar ona engel oluyor.Akbatur arkadaslarını iyi seçip iyi yaşamasi gerek.Akbatur'un yerinde olmak isterdim çünkü akıllı ve hayatı için en iyi seçimi yapiyor.Dış etkenlerden korunup kendini mutlu etmesi güzeldi.
YanıtlaSilFatih ÖZKAN
10/H
Yorumlarınız çok değerli benim için. Ayrıca beğendiğiniz için teşekkür ederim.
YanıtlaSilAKBATUR'un yerinde olmak isterdim çünkü kendi halinde yaşamayı seven masum ve güzel kalpli birisi, arkadaş ortamı çök kötü aslında, dışlanmak hayatımda en nefret ettiğim şeylerden birisidir benim için, ama AKBATUR akıllı bir kafa yapısına sahip olduğu için böyle şeyleri pek umursamıyor, kötü arkadaşlarından kendini kurtardığı için çok şanslı birisi, en doğrusunu yapmış
YanıtlaSilMuhammed Enes TOKAÇ
10-G 144
Akbatur'un yerinde olmak isterdim. Nedeni ise kalıplara bağlı yaşamamak. Kendi iç sesini dinlemek iyi bir şey. Arkadaşları ise gerçekten çok kaba, onu dışlamaları ben fazlasıyla üzdü. Fakat en sonunda o arkadaşlarından da kurtulduğu için içim rahatladı. Bayağı ders verici bir ödevdi bu.
YanıtlaSilAhmet Kutay KAYNARCA
10-G 196
aslında insanların ne dediğini pek önemsemem ama bu tür ortamlarda insan kötü oluyor akbatur iyi kalpli birisi ama arkadaş ortamı çok kötü onu dışlamaları çok üzücü bir olay ama akbatur çok güzel bir arkadaş edindi kendisi gibi çok temiz kalpli bir insan ve birlikte güzel arkadaşlık dostluk kuracağına eminim umarım öyle olur Baray Özsoy 10/H 371
YanıtlaSilAkbaturun yerinde olmak isterdim nedeni ise kendine kapalı yaşayan güzel kalpli birisi ama arkadaş ortamı çok kötü onu dışlamaları çok üzücü bir olay ama akbatur çok güzel bir arkadaş edindi kendisi gibi çok temiz kalpli bir insan ve birlikte güzel arkadaşlık dostluk kuracağına eminim./çok güzel hikaye hocam
YanıtlaSilArda aydın
10/H 411
Olmak istemezdim çünkü herleyin fazlası zarar demişler. Akbatur bu durumdan çok da hoşnut değildi. Bizim gördüğümüz kısım bu bir de göremediğimiz kısmı olduğuna inanıyorum. Bu arada hikaye çok güzeldi. Çok sürükleyiciydi biraz daha uzun olsaydı sıkılmadan okuyabilirdim. 🙏 Emeklerinize sağlık
YanıtlaSilakbaturun yerinde olmak istemezdim çünkü piskolojik sorunları kaldiramazdim . ama akbaturun herkezden farklı bir özelliği olduğu için onu alaylayip dalga gectiler ama o kendi iç sesini dinledi ve doğru kararlar verdi.
YanıtlaSilŞükrü Can Taşçıoğlu-10/H
YanıtlaSilOlmak istemezdim çünkü herleyin fazlası zarar demişler. Akbatur bu durumdan çok da hoşnut değildi. Bizim gördüğümüz kısım bu bir de göremediğimiz kısmı olduğuna inanıyorum. Bu arada hikaye çok güzeldi. Çok sürükleyiciydi biraz daha uzun olsaydı sıkılmadan okuyabilirdim. 🙏 Emeklerinize sağlık
Merve gider
3204
AKBATURUN yerinde olmak ıstemezdim cünkü geçirdiği psikoloji cok agır arkadaşları ve hocaları tarafından dışlanması kötü bir durum bir yandan da diğer arkadaşları cesur değilmiş cesur olsalardı akbatururdakı ilhamı anlaybilielerdı yeni arkadaş geldiğinde cesurlu olup onunla konusmaya calıştı ve onu gerçekten anlayıp onunla dost oldu diğerleride böyle yapsaydı istemeyerek yaptığı olaylar olmazdı.
YanıtlaSilElimizdeki saglık cok güzel olmuş hikaye
Akbatur farklı ve özel birisi herkes gibi sıradan değil onun yerin de olmak isterdim diğer insanlardan farklı yaşadığı zorluklar ne kadar çekilmez olsa da farklı olmak herkese benzemekten daha iyi bence Akbatur'u onlar anlamaya çalışmamış bu onların sorunu onlar dışladıkları için farklı garip kalıbına girmiş Akbatur, Onu da herkes gibi benimsemiş olsalardı Akbatur'da normal kalıbına girebilirdi.
YanıtlaSilBetül Caran 10/H 230
YanıtlaSilAkbatur'un yerinde olmak istemezdim çünkü insanların psikolojil baskısı, olaylara anlam verememe ve kimsenin ona inanmaması durumu hayata tutunma konusunda baya zorluk yaşatan bir durum. Etrafta olan her olayın ona bağlanması ve insanları olayı anlamadan ve Akbatur'un hayatını araştırmadan ön yargıya varması onu yıpratmış. Ama ne olursa olsun ona inanan biri sayesinde daha umutlu bakar hayata ve kendini ifade etmeye çalışır
Selinay ÇAKIR 12/C
AKBATURUN yerinde olmak ıstemezdim cünkü geçirdiği psikoloji cok agır arkadaşları ve hocaları tarafından dışlanması kötü bir durum bunu herkes kaldıramaz diğer arkadaşlarıda cesur değiller onlarda dışlıyomuş gibi bu da piskolojik sorunlara yol açabilliyo
YanıtlaSil12/D Şamil havan 3206
AKBATURUN yerinde olmak ıstemezdim cünkü geçirdiği psikoloji cok agır arkadaşları ve hocaları tarafından dışlanması kötü bir durum bunu herkes kaldıramaz diğer arkadaşlarıda cesur değiller onlarda dışlıyomuş gibi bu da piskolojik sorunlara yol açabilliyo
YanıtlaSilHikaye çok güzel ve sürükleyici.Akbaturun herkesten farklı özelliği olduğu için sırasına yapılan ona benzetilen alaycı karikatür ve insanların onu dışlayıp, öcüymüş gibi davranmaları,Suçlu olmadığı halde sürekli Suçlu bulmaları şüphelenmeleri çok üzücü,kimseyi tanımadan sorgulamadan, Bilmeden,önyargılı, Kötü davranmamalıyız bizden her ne kadar farklı olsa da.
YanıtlaSilBayram KIRIKCI 12/E
Akbaturun yerinde olmak istemezdim Akbatur her olaya iyi ve olumlu ve dürüst kişi olmasına rağmen arkadaşları tarafından dışlanan suçlanan biri Bu durumu herkes kaldıramaz mücadele edemez ve belki istediği sonuca ulaşamaz
YanıtlaSil(Hocam biraz geç kaldım kusura bakmayın)
10G Mehmet Tunç
Akbaturun yerinde olmak istemezdim çünkü kimse tarafından sevilmemek kötü bir durum ayrıca ileri zamanda neler olacağını görmekte istemezdim çünkü hayatın ne anlamı kalır herşeyi biliceksem bazı şeyleri bilmemek lazım ki hayatın anlamı kalsın
YanıtlaSilAslı Harman 10H 236
Akbaturun yerinde olmak istemezdim çünkü kimse tarafından sevilmemek kötü bir durum ayrıca ileri zamanda neler olacağını görmekte istemezdim çünkü hayatın ne anlamı kalır herşeyi biliceksem bazı şeyleri bilmemek lazım ki hayatın anlamı kalsın
YanıtlaSilAslı Harman 10H 236